Irem
New member
[color=]“Balkon Şiiri Kimin?” – Bir Hatıranın, Bir Kuşağın ve Bir Balkonun Hikâyesi[/color]
Geçen hafta sonu eski defterleri karıştırırken, sararmış bir sayfa elime geçti. Üzerinde ince, mavi mürekkeple yazılmış tek bir başlık vardı: “Balkon.” Altında ise birkaç mısra…
> *“Bir kadın balkonda bekler,
> Gökyüzü ellerinde bir mendil gibi,
> Bir adam gider, dönüp bakmaz…”*
Altında isim yoktu. O an içimde bir merak kıvılcımı yandı. “Bu balkon şiiri kimin?” diye sordum kendi kendime. Fakat fark ettim ki, belki de bu soru yalnızca bir yazar arayışı değil; bir dönemin duygularına, bir toplumun sessiz anlatılarına yapılan bir yolculuktu.
---
[color=]1. Eski Ev, Eski Balkon, Yeni Bir Merak[/color]
O gün akşam, mahalledeki küçük kafede oturup bu hikâyeyi dostlarla paylaştım. Forumun sıcak atmosferini andıran bir ortam vardı; herkes bir şeyler söylüyor, ama kimse kesin bir cevap veremiyordu.
Ali, tarih öğretmeni olan o sakin ve planlı adam, hemen not defterini çıkardı:
> “Bu mısralar bana 1940’ların Garip akımını hatırlatıyor. Belki Orhan Veli’nin bir denemesi olabilir.”
Elif ise daha duygusal bir tonda konuştu, gözlerini uzak bir noktaya dikerek:
> “Belki de bir kadının yazdığı, ama yayımlanmamış bir şiirdir. Kadınların sesi o dönemlerde çoğu zaman kısılmıştı.”
İşte o an fark ettim: erkekler geçmişin izlerini çözümlemeye çalışıyor, kadınlar ise duyguların derinliğinde yankı bulan hikâyeyi hissediyordu. Her biri haklıydı. “Balkon”un kime ait olduğundan öte, neyi temsil ettiği önemliydi.
---
[color=]2. Balkonun Tarihsel Yankısı: Bekleyen Kadın, Giden Adam[/color]
Cumhuriyet dönemi şiirlerinde balkon sık sık bir geçiş mekânı olarak yer alır. Şair, bir yanda evin içindeki sessizliği, diğer yanda sokağın gürültüsünü anlatır. Kadın balkonun içinde, erkek dışarıdadır. Bu imgede yalnızca romantik bir ayrılık değil; toplumsal rollerin sembolü gizlidir.
“Balkon Şiiri Kimin?” sorusu, bu yüzden aslında şu anlama gelir: “Bu hikâyede kim konuşuyor?”
Edebiyat araştırmalarına göre, benzer temalar 1950’lerde Behçet Necatigil ve Edip Cansever gibi şairlerde de görülür. Necatigil’in “Evler” şiiri, benzer biçimde bireyin toplumsal kısıtlarını evin sınırları içinde betimler.
Bu açıdan bakıldığında “Balkon”, yalnızca bir şiir değil; kadının görünmezliğini, erkeğin dış dünyaya açılma özgürlüğünü ve ikisi arasındaki mesafeyi anlatan bir simgedir.
Ama Ali’nin dediği gibi, bu bir stratejik analizdi. Elif’in bakışında ise başka bir şey vardı:
> “Belki o kadın balkonda beklemiyordu, sadece rüzgârı dinliyordu. Biz yıllarca kadınların beklediğini varsaydık, ama belki de o yalnızca özgürlüğün sesini duymak istiyordu.”
Bu yorumla sohbet bir anda sessizleşti. Çünkü Elif, şiirin içindeki gizli varsayımı kırmıştı: kadının sessizliği pasiflik değil, direnişti.
---
[color=]3. Balkon: Toplumsal Bir Ayna[/color]
Toplum olarak balkon, bizim kültürümüzde bir sınırın simgesidir: ne tam içeride ne tam dışarıda. İnsan orada hem kendini gösterir hem de gizler. Türkiye’de balkonun mimarideki ve sosyal yaşamdaki yeri, aslında modernleşme sürecinin izdüşümüdür.
1950’lerde şehirleşme hızlanırken, balkon “komşuluğun gözlemlendiği” bir sahneye dönüştü. Kadınlar çamaşır sererken, erkekler sigarasını yakarken; herkes bir şekilde kendi rolünü o sahnede oynuyordu.
O nedenle “Balkon Şiiri Kimin?” sorusu aynı zamanda şudur: “Biz kimin bakışıyla görüyoruz bu sahneyi?”
Kadın, balkonda duran bir figür değil; görünmeyen hikâyenin merkezidir.
Erkek ise bu sahnenin dışında, hayatın akışına müdahale eden aktördür. Ancak iki figür de toplumsal normların içindedir — biri duygularla, diğeri görevlerle örülmüş bir çemberde.
Bu noktada Ali düşünceli bir biçimde söze girdi:
> “Belki şiiri kim yazdı değil, kim yazamadı diye sormalıyız.”
Ve haklıydı. Birçok kadın yazar, kendi balkonundan dünyaya bakarken sesini duyuramadı. Belki bu “Balkon” da onların sessiz mektuplarından biriydi.
---
[color=]4. Erkeklerin Stratejisi, Kadınların Sezgisi: İki Yol, Tek Soru[/color]
Sohbet derinleştikçe fark ettim ki, erkeklerin yaklaşımı genellikle yapısal analizle sınırlıydı: dönem, akım, isim… Kadınlarınki ise duygusal bağlantılarla örülüyordu: his, içgörü, sezgi.
Bu iki yön, birbirini tamamlıyordu. Ali’nin arşiv bilgisi, Elif’in empatik sezgisiyle birleşince “Balkon” bir isme değil, bir döneme ait oldu.
Belki şiiri yazan bir erkekti ama duygusu bir kadına aitti.
Belki de şiiri yazan bir kadındı, ama sesi bir erkekle yankılandı.
Kim bilir? Belki her iki cinsiyetin de payı vardı bu metinde; çünkü “balkon” hepimizin ortak sahnesiydi.
---
[color=]5. Balkonun Geleceği: Dijital Çağda Yeni Sınırlar[/color]
Bugün balkonlarımız sanal oldu. Artık insanlar Twitter’da, Instagram’da kendi “dijital balkonları”ndan konuşuyor.
Bir zamanlar sokağa bakan balkon, şimdi algoritmalara bakıyor.
“Balkon Şiiri Kimin?” sorusu bugün belki de şöyle sorulmalı: “Söz kimin oluyor, görünürlük kimde?”
Kadınlar artık sadece balkonda bekleyen değil, o balkondan konuşan, yazan, kaydeden seslere dönüştü. Erkeklerse, bu yeni kamusal alanda kendi yerlerini sorguluyorlar — tıpkı Ali’nin defterine düşen şu not gibi:
> “Artık her cümle bir pencere, her paylaşım bir balkon.”
---
[color=]6. Sonuç: Belki de Şiirin Sahibi Biziz[/color]
O gece defteri kapatırken düşündüm:
Belki “Balkon Şiiri” birinin değil, hepimizin.
Her bekleyişte, her ayrılışta, her özgürlük arayışında yeniden yazılıyor.
Balkon, yalnızca bir yer değil; duyguların, sınıfların, cinsiyetlerin ve çağların kesişim noktası.
Peki ya siz?
> “Balkon” sizde neyi çağrıştırıyor?
> Bekleyen birini mi, giden birini mi?
> Yoksa sadece kendi iç sesinizi mi?
---
[color=]Kaynaklar ve İlham Notları[/color]
- Necatigil, B. (1956). Evler.
- McRobbie, A. (2008). The Aftermath of Feminism.
- Arık, F. (2015). Türk Şiirinde Mekânın Toplumsal Kodları.
- Kişisel gözlem: 1980 sonrası Türk şiirinde kadın figürlerinin kamusal mekân temsilleri üzerine saha okumaları.
Bu hikâyede “Balkon Şiiri Kimin?” sorusu, bir isim arayışı değil; bir toplumun kendi sesini bulma hikâyesi. Ve belki de her birimiz, hayatımızın bir yerinde o balkonda durup dünyaya kendi şiirimizi yazıyoruz.
Geçen hafta sonu eski defterleri karıştırırken, sararmış bir sayfa elime geçti. Üzerinde ince, mavi mürekkeple yazılmış tek bir başlık vardı: “Balkon.” Altında ise birkaç mısra…
> *“Bir kadın balkonda bekler,
> Gökyüzü ellerinde bir mendil gibi,
> Bir adam gider, dönüp bakmaz…”*
Altında isim yoktu. O an içimde bir merak kıvılcımı yandı. “Bu balkon şiiri kimin?” diye sordum kendi kendime. Fakat fark ettim ki, belki de bu soru yalnızca bir yazar arayışı değil; bir dönemin duygularına, bir toplumun sessiz anlatılarına yapılan bir yolculuktu.
---
[color=]1. Eski Ev, Eski Balkon, Yeni Bir Merak[/color]
O gün akşam, mahalledeki küçük kafede oturup bu hikâyeyi dostlarla paylaştım. Forumun sıcak atmosferini andıran bir ortam vardı; herkes bir şeyler söylüyor, ama kimse kesin bir cevap veremiyordu.
Ali, tarih öğretmeni olan o sakin ve planlı adam, hemen not defterini çıkardı:
> “Bu mısralar bana 1940’ların Garip akımını hatırlatıyor. Belki Orhan Veli’nin bir denemesi olabilir.”
Elif ise daha duygusal bir tonda konuştu, gözlerini uzak bir noktaya dikerek:
> “Belki de bir kadının yazdığı, ama yayımlanmamış bir şiirdir. Kadınların sesi o dönemlerde çoğu zaman kısılmıştı.”
İşte o an fark ettim: erkekler geçmişin izlerini çözümlemeye çalışıyor, kadınlar ise duyguların derinliğinde yankı bulan hikâyeyi hissediyordu. Her biri haklıydı. “Balkon”un kime ait olduğundan öte, neyi temsil ettiği önemliydi.
---
[color=]2. Balkonun Tarihsel Yankısı: Bekleyen Kadın, Giden Adam[/color]
Cumhuriyet dönemi şiirlerinde balkon sık sık bir geçiş mekânı olarak yer alır. Şair, bir yanda evin içindeki sessizliği, diğer yanda sokağın gürültüsünü anlatır. Kadın balkonun içinde, erkek dışarıdadır. Bu imgede yalnızca romantik bir ayrılık değil; toplumsal rollerin sembolü gizlidir.
“Balkon Şiiri Kimin?” sorusu, bu yüzden aslında şu anlama gelir: “Bu hikâyede kim konuşuyor?”
Edebiyat araştırmalarına göre, benzer temalar 1950’lerde Behçet Necatigil ve Edip Cansever gibi şairlerde de görülür. Necatigil’in “Evler” şiiri, benzer biçimde bireyin toplumsal kısıtlarını evin sınırları içinde betimler.
Bu açıdan bakıldığında “Balkon”, yalnızca bir şiir değil; kadının görünmezliğini, erkeğin dış dünyaya açılma özgürlüğünü ve ikisi arasındaki mesafeyi anlatan bir simgedir.
Ama Ali’nin dediği gibi, bu bir stratejik analizdi. Elif’in bakışında ise başka bir şey vardı:
> “Belki o kadın balkonda beklemiyordu, sadece rüzgârı dinliyordu. Biz yıllarca kadınların beklediğini varsaydık, ama belki de o yalnızca özgürlüğün sesini duymak istiyordu.”
Bu yorumla sohbet bir anda sessizleşti. Çünkü Elif, şiirin içindeki gizli varsayımı kırmıştı: kadının sessizliği pasiflik değil, direnişti.
---
[color=]3. Balkon: Toplumsal Bir Ayna[/color]
Toplum olarak balkon, bizim kültürümüzde bir sınırın simgesidir: ne tam içeride ne tam dışarıda. İnsan orada hem kendini gösterir hem de gizler. Türkiye’de balkonun mimarideki ve sosyal yaşamdaki yeri, aslında modernleşme sürecinin izdüşümüdür.
1950’lerde şehirleşme hızlanırken, balkon “komşuluğun gözlemlendiği” bir sahneye dönüştü. Kadınlar çamaşır sererken, erkekler sigarasını yakarken; herkes bir şekilde kendi rolünü o sahnede oynuyordu.
O nedenle “Balkon Şiiri Kimin?” sorusu aynı zamanda şudur: “Biz kimin bakışıyla görüyoruz bu sahneyi?”
Kadın, balkonda duran bir figür değil; görünmeyen hikâyenin merkezidir.
Erkek ise bu sahnenin dışında, hayatın akışına müdahale eden aktördür. Ancak iki figür de toplumsal normların içindedir — biri duygularla, diğeri görevlerle örülmüş bir çemberde.
Bu noktada Ali düşünceli bir biçimde söze girdi:
> “Belki şiiri kim yazdı değil, kim yazamadı diye sormalıyız.”
Ve haklıydı. Birçok kadın yazar, kendi balkonundan dünyaya bakarken sesini duyuramadı. Belki bu “Balkon” da onların sessiz mektuplarından biriydi.
---
[color=]4. Erkeklerin Stratejisi, Kadınların Sezgisi: İki Yol, Tek Soru[/color]
Sohbet derinleştikçe fark ettim ki, erkeklerin yaklaşımı genellikle yapısal analizle sınırlıydı: dönem, akım, isim… Kadınlarınki ise duygusal bağlantılarla örülüyordu: his, içgörü, sezgi.
Bu iki yön, birbirini tamamlıyordu. Ali’nin arşiv bilgisi, Elif’in empatik sezgisiyle birleşince “Balkon” bir isme değil, bir döneme ait oldu.
Belki şiiri yazan bir erkekti ama duygusu bir kadına aitti.
Belki de şiiri yazan bir kadındı, ama sesi bir erkekle yankılandı.
Kim bilir? Belki her iki cinsiyetin de payı vardı bu metinde; çünkü “balkon” hepimizin ortak sahnesiydi.
---
[color=]5. Balkonun Geleceği: Dijital Çağda Yeni Sınırlar[/color]
Bugün balkonlarımız sanal oldu. Artık insanlar Twitter’da, Instagram’da kendi “dijital balkonları”ndan konuşuyor.
Bir zamanlar sokağa bakan balkon, şimdi algoritmalara bakıyor.
“Balkon Şiiri Kimin?” sorusu bugün belki de şöyle sorulmalı: “Söz kimin oluyor, görünürlük kimde?”
Kadınlar artık sadece balkonda bekleyen değil, o balkondan konuşan, yazan, kaydeden seslere dönüştü. Erkeklerse, bu yeni kamusal alanda kendi yerlerini sorguluyorlar — tıpkı Ali’nin defterine düşen şu not gibi:
> “Artık her cümle bir pencere, her paylaşım bir balkon.”
---
[color=]6. Sonuç: Belki de Şiirin Sahibi Biziz[/color]
O gece defteri kapatırken düşündüm:
Belki “Balkon Şiiri” birinin değil, hepimizin.
Her bekleyişte, her ayrılışta, her özgürlük arayışında yeniden yazılıyor.
Balkon, yalnızca bir yer değil; duyguların, sınıfların, cinsiyetlerin ve çağların kesişim noktası.
Peki ya siz?
> “Balkon” sizde neyi çağrıştırıyor?
> Bekleyen birini mi, giden birini mi?
> Yoksa sadece kendi iç sesinizi mi?
---
[color=]Kaynaklar ve İlham Notları[/color]
- Necatigil, B. (1956). Evler.
- McRobbie, A. (2008). The Aftermath of Feminism.
- Arık, F. (2015). Türk Şiirinde Mekânın Toplumsal Kodları.
- Kişisel gözlem: 1980 sonrası Türk şiirinde kadın figürlerinin kamusal mekân temsilleri üzerine saha okumaları.
Bu hikâyede “Balkon Şiiri Kimin?” sorusu, bir isim arayışı değil; bir toplumun kendi sesini bulma hikâyesi. Ve belki de her birimiz, hayatımızın bir yerinde o balkonda durup dünyaya kendi şiirimizi yazıyoruz.